Cnnturk.com'dan Esra Öz’ün haberi:
Ülkemizde 20 yaş ve üzerindeki her 7 kişiden biri diyabetli ve en az bunun kadar endişe verici olan önemli sorun diyabetli bireylerin sadece yarısının diyabet hastası olduğundan haberi var. Kan şekeri kontrolü açısından da durum pek parlak değil, en iyi serilerde bile ancak 2 kişiden birinin diyabet komplikasyonlarını önleyecek şekilde kontrol altında tutuluyor.
Sağlıklı bir yaşam tarzı birçok hastalıktan korunabilirsiniz. Yaşam tarzı olarak kabul edilen konular ise beslenme, egzersiz, sigara ve alkol gibi konular önem taşıyor. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre diyabet bulaşıcı bir hastalık olmamasına rağmen tüm dünyada salgın hastalık hızı ile artıyor ve ne yazık ki bu salgın ülkemizi de etkilemiş durumda. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği yönetim kurulu üyeleri ile son günlerde merak edilen diyabet, D vitamini, bilimsel ve sağlıklı beslenmenin önemi gibi tartışma yaratan konuları ele aldık.
Bilimsel veriler ışığında nasıl yaşayalım ve beslenelim?
Sağlıklı bir beslenme tüm besin öğelerini içermelidir ve bilimsel önerilere uyulması gerektiğini söyleyen Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkanı Prof. Dr. Sevim Güllü, “Kalori alımı azaltılmalı, özellikle içeceklerle farkına varılmadan çok fazla kalori alınabiliyor, buna çok dikkat etmek gerekiyor. Meyve ve sebze tüketimi artırılmalı. Meyve ve sebze içerisinde var olan mikrobesinler, bitkisel kimyasallar ayrıca sağlığı korumada yardımcı olacak. Baklagil ve tam tahıllı ürünler daha bol tüketilmeli. Et tüketimi azaltılmalı. Özellikle işlenmiş et ürünleri sağlık açısından sakıncalı maddeler de içerdiği için tüketilmemeli. Zeytinyağı en sağlıklı yağdır. Omega - 3 içeren gıdalar, balık, deniz ürünleri ve balık yağı eksik edilmemeli. Sağlıklı bir bireyin her gün bir yumurta tüketmesinde sakınca yoktur ancak altta yatan kalp damar hastalığı olan bireylerde bu önerilmiyor” dedi.
Şeker, şekerli gıdalar ve tuz alımının mutlaka sınırlandırılması gerektiğine dikkat çeken Güllü, erişkinlerin haftada yüz elli dakika orta yoğunlukta veya 75 dakika ağır yoğunlukta egzersiz yapmaları gerektiğini belirtti.
Bariyatrik cerrahi diyabet tedavisinde etkin mi?
Obezite günümüzde başta tip 2 diabetes mellitus (şeker hastalığı) ve koroner kalp hastalığı olmak üzere pek çok ciddi sağlık sorununa yol açabildiğini dile getiren Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Başkan yardımcısı Prof. Dr. Fahri Bayram, şunları söyledi: “Obezitenin temel ve ilk basamak tedavisi diyet ve yaşam tarzı değişiklikleridir. Ayrıca ilaç tedavisinin eklenilmesi kilo kaybına ek katkı sağlar. Bunlarla kalıcı kilo kaybı sağlanamayan, ciddi obezitesi bulunan ya da obeziteye bağlı ciddi sağlık sorunları yaşayan hastalarda, obezite cerrahisi (bariyatrik cerrahi) yöntemleri kullanılması gündeme geliyor.
Bariyatrik cerrahi mide hacmini küçültüp gıda alımını kısıtlayarak veya ince barsaklarda gerçekleştirilen değişiklikler sonucu besin emilim kusurlarına neden olarak kilo kaybına yol açan ameliyatlar. Kullanılan tüm cerrahi yöntemlerin etkinliği aynı olmamakla birlikte operasyon sonrası tip 2 diyabet hastalarının çoğunda kan şeker kontrolünde iyileşme ve bir kısım hastada ilaçsız izlem mümkün olabiliyor. Bariyatrik cerrahi ile ilgili yapılmış önemli çalışmalardan biri olan “İsveç Obezite Çalışmasında” cerrahi ile diyabetin geçme oranı yüzde 72 olarak bildiriliyor. Çalışma sonuçları yüksek kilo kaybı sağlananlarda, genç hastalarda, diyabet tanısı kısa süreli olgularda ve daha hafif seyirli diyabeti olanlarda diyabetin görülmeme oranlarının daha yüksek olduğunu gösterirken, bu oran daha yaşlı, uzun yıllar diyabet tanısı olan, pankreasta insülin rezervleri düşük bulunan ve insülin kullanan hastalarda daha düşük olduğu tespit edildi.
Operasyon sonrası 5 - 10 yıllık takipte ise başlangıçta hastalığın görülmezken bir kısım hastada diyabet hastalığı tekrar ediyor. Obezite ilişkili pek çok hastalıkta yararı gösterilen bariyatrik cerrahinin olumlu etkilerinin yanı sıra erken ve uzun dönemde bazı önemli sorunlara da yol açabileceği biliniyor. Obezite cerrahisinin uzun dönemde kemik erimesi, ciddi vitamin, mineral eksiklikleri, böbrek ve safra kesesi taşları gelişimi gibi yan etkileri de bulunuyor. Bu nedenle tek başına diyabet varlığının ameliyat için bir kriter olmadığı yönünde. Cerrahi kararı verilirken yarar zarar dengesinin gözetilerek, beden kitle indeksi cerrahi kriterlere uyan, kontrolsüz diyabeti ve kabul edilebilir cerrahi riski bulunan hastaların ameliyat edilmesi önemli.”
Gebelik şeker ölçümü yapılmalı mı?
Gebelik diyabetinin daha önce diyabeti olmayan bir kadında gebelik sırasında gelişen diyabete gebelik diyabeti (GDM) denildiğini belirten Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. İlhan Yetkin, “Gebelikte görülen diyabetin yüzde 90’ı gebeliğe bağlı diyabettir. Risk altındaki kadınlar gebelik sırasında diyabet gelişimi açısından mutlaka taranmalı. Bu riskler kilolu olmak, ailede diyabet varlığı, 25 yaşından büyük olmak, daha önce iri bebek doğurma hikayesinin bulunmasıdır. Gebelik diyabeti sinsi olabilir ve diyabetle ilgili çok su içme, çok idrara çıkma gibi şikayetlere yol açmayabilir. Gebe kadın kendini kötü hissetmeyebilir ancak yükselen şeker düzeyleri bebek açısından bazı olumsuzluklara neden olabilir. Bu nedenle gebeler diyabet gelişimi açısından düzenli takip ve tetkik edilmeli. Gebelikte kan şekerinin yüksekliği, eğer tanı konmaz ya da tedavi edilmezse, düşükler, iri bebek, doğum travmaları, sezaryen doğumlarda artışa hatta bebek ölümlerine neden olabiliyor. Kontrolsüz diyabeti olan bir anneden doğan bebeklerde yeni doğan döneminde solunum güçlüğü, şeker düşüklüğü, kalsiyum düşüklüğü ve sarılık dahil çeşitli problemler görülebiliyor. Anne karnında yüksek kan şekeri gibi olumsuz şartlara maruz kalmış çocuklarda ileri yaşlarda obezite, tip 2 diyabet, metabolik sendrom ve karaciğer yağlanması sıklığı 4 - 8 kat artıyor. Gebelik döneminde diyabetin tanınması ve iyi tedavisi bu annelerden doğan bebeklerin ileride bu tip hastalıklara yakalanma ihtimalini azaltıyor” diye konuştu.
Diyabet ile D vitamini arasında bir ilişki var mı?
D vitamini vücutta önemli görevleri olan yağda çözünen, steroid yapıda bir hormon olduğunu kaydeden Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Sait Gönen, şu bilgileri verdi: “Yeterli morötesi ışığın varlığında deride sentezlenebildiğinden bir vitaminden daha çok hormon olarak kabul edilmektedir. Kan dolaşımına geçer, kan tetkiki ile düzeyi ölçülebilir. D vitamini kemik erimesine yol açan hormonunun salgılanmasını önler, hipertansiyon, kalp hastalıkları, bazı kanser türlerine karşı koruyucudur. Bunun dışında bağışıklık sisteminin sağlıklı çalışması, kas sağlığı ve beyin gelişimi için de önemli rol oynar. D vitamininin önemli bir kısmı UVB ışınları etkisiyle ciltte sentezlenir. Sentez için cilde direkt güneş ışını teması gereklidir. D vitamini ayrıca yağlı balıkların eti ve balık karaciğeri yağları en iyi kaynaklar arasındadır. D vitamini az miktarda sığır karaciğeri, tereyağı, süt, yulaf, tatlı patates, peynir ve yumurta sarısında bulunur. Bitkilerden maydanoz, ısırgan otu, yoncada mevcuttur. D vitamini ile obezite ve diyabet arasında ilişki olduğu düşünülüyor ancak D vitamini tedavisinin bu hastalıklarda önemli bir iyileşme sağlamaması bu konunun halen tartışmalı olduğunu ortaya koydu. D vitamininin, tip 1 ve tip 2 diyabet, hipertansiyon, bozulmuş glukoz toleransı, multipl skleroz ve bunların önlenmesi ve tedavisinde bir rol oynayabileceğini gösteren bölgesel bazı çalışmalar yayınlanmaya devam ediyor. Bu çalışmaların çoğu laboratuvar ortamında, hayvan ve epidemiyolojik araştırmalardan oluşuyor.”
Hekim eğitimlerine önem veriyor musunuz?
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin ilk kez düzenlediği “Endokrinolojide Fark Yaratacak Akademisyenler’’ toplantısında akademisyen olmayı isteyen ve bu yolda çalışmalarını sürdüren genç hekimlerin bir araya geldiğini kaydeden Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği Araştırma Sekreteri Prof. Dr. Füsun Saygılı, “İlkini İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz buluşmaları yılda en az bir kez olacak biçimde sürdürmeyi planlıyoruz. Akademisyenlik, ilgilenilen alanda engin bilgi birikimine sahip olmanın yanı sıra insanın, kendisi, çevresi, yaşadığı toplum, giderek dünya ile ilişkili farkındalığının yüksek olmasını gerektirir. Eğitimlerle hekimlerin, kendi-kendileri, aileleri, meslektaşları ve hastaları ile ilişkilerine katkı sağlayabilecek nitelikte hazırlıyoruz. Akademisyen olmak, günümüzde, yaptığımız araştırmaları yayın haline getirebilmek ile mümkün oluyor. Araştırmacı, istatistik yöntemlere hakim olup, araştırma yazılarını eleştirel bir biçimde ele alırsa, doğru soruları sorabilir ve bunlara cevap arayabilir. Toplantıda yer alan, bilimsel makale yazma, okuma ve istatistik başlıkları da bu gereksinimlere karşılık geldi. Ayrıca bir spor kulübüne üye 13 - 15 yaş basketbolcularla, endokrinologların oluşturduğu karma gruplar arası turnuvada herkes eğlendi. Ayrıca bu etkinlik sayesinde basketbolcu gençlere bu sayede teşvik ödülü de verildi” şeklinde konuştu.
şekilde ilerlediğini vurgulayan Prof. Dr. Ramazan Yavuz Akman, “Sık idrara çıkma, idrardaki yanma ve sertleşme bozuklukları kanser belirtisi olabilir. Bu belirtiler ortaya çıkmadan önce 50 yaş ve üzeri her erkeğin yılda bir kere prostat kontrolü yaptırması gerekir" dedi.